Dublin Rehberi
20 Temmuz 2016 2016-07-20 8:15Dublin Rehberi
Dublin Rehberi
Dublin; hep yağmurlu, bol bulutlu, yürüyerek rahatça gezebileceğiniz, güneşin (eğer çıkarsa) 23:00’de battığı, Guinness’in su gibi içildiği ve her köşebaşı publarla dolu tatlı bir şehir. Bu şehirde en çok hoşuma giden şey gittiğim yerlerdeki ufak, keyif verici ve gülümseten detaylardı; bir wi-fi şifresi, otelin girişindeki tabela, bir kokteylin ismi, kaldığım oteldeki plak-çalar, cafenin duvarındaki bir yazı…
The Dean Hotel’de kaldık, buraya bayıldım. Airbnb’yi sevsem de bazen şehrin ortasında güzel ve tarz bir otelde kalmak hoşuma gidiyor. The Dean, Ace Hotel tarzında bir otel; lobisinden barına, odadaki minibarından otel rehberine kadar her detayı orjinal, eğlenceli ve stil sahibi. Yüzünüzü gülümseten ve vakit geçirmekten keyif alacağınız bir yer. Lokasyonu da çok iyi, zaten Dublin’de hemen hemen her yere yürüyerek gidebiliyorsunuz. Ancak otelden hatta odanızdan bile çıkmak istemeyebilirsiniz.
Otel infosu bile çok tatlı:
“We don’t do conventional. We do fun. Super cool & comfortable rooms filled with stuff that will make you smile. Spaces for work & play. Food & drink to tweet home about. Smack bang in the heart of Dublin city.”
Öncelikle giriş katında harika bir bar ve ferah bir oturma alanı ve güzel bir müzik bizi karşılıyor. İçeriye girer girmez çoktan her detaya aşık olmuş bir şekilde ‘I fall in love here’ led tabelasının altında otele girişinizi yapıyoruz.
Odalarda girince ise kalbimi tam 12’de vuran detaylarla karşılaşıyorum: Smeg minibar, plak çalar ve plaklar, Marshall hoparlör, yatağın üzerindeki ‘Remember you’re unique’ notu, gördüğüm en orjinal otel rehberi ve odayı temizleyin kartı.
Tek kötü tarafı kötü kulüplerin olduğu bir sokakta yer alıyor ve geceleri aşırı gürültülü oluyor. Ama bunu için yatağın yanınadaki sehpalara birer kulak tıpacı koymayı ihmal etmemişler.
İlk öğlen de giriş katındaki cafesinde yemek yedik, yediğim en iyi otel sandwichlerinden biriydi.
Tabii ki sağanak yağmurlu bir hava olduğundan ilk durağımız Guinness Storehouse oldu. Burası her ne kadar İrlanda’daki en turistik yer olsa da binası ve teras barının manzarası görülmeye değer. Yedi katlı binayı çevreleyen cam yapı ikonik Guinness bardağı şekline, yani dünyanın en büyük Guinness bira bardağı içindeyiz.
İçeride biranın üretimi, damıtılması, tarihi mirası ile ilgili interaktif deneyimler yaşayarak yukarı doğru bir yolculuk yapıyoruz.
Bira yapımından çok aslında tarihi mirası ve geleneksel üretim teknikleri ile hiç de alakası olmayan reklam ve pazarlama kampanyalarının olduğu kat ilgimi çekti.
Son katta ise bir Guinness ile ödüllendiriliyoruz. Gravity Bar’ın manzarası bir Guinness’i hak ediyor.
Ertesi gün otelin yakınındaki parkta koştuktan sonra hazırlanmamız öğleni bulduğu için direkt öğlen yemeği ile güne başlangıç yaptık. Otelin hemen arka sokağı, Camden Street’te güzel ve lokal restoran, cafe ve publar var. En kalabalık yeri seçtik ve oturduk. Camden Rotisserie öğlen molasında yemeğine gelen Dublinliler ile doluydu. Paylaşımlı masalardan birine oturduk ve yarım tavuk, tavuk kanat, tatlı patates kızartması ve biralarımızı sipariş ettik. Hareketli, enerjik biryer ve yemekleri çok güzel gerçekten.
Böyle bir öğünle güne başlayınca akşam yemeğini es geçip kokteyl barları tura çıktık. Vintage Coktail Club ve Peruke&Periwig. VCC Dublin’in en tursitik yeri Temple Bar’da bulunan ‘speak easy’ yani gizli bir bar. Girişinde tabela, yazı hiçbirşey yok, kapıyı tıklatıp bekliyorsunuz. İçkinin yasak olduğu, gizli barların olduğu döneme gönderme yapan 20’ler tarzında bir dekorasyona sahip. Mum ışığında karanlık bir ortam var, sanki Great Gatsby filminde gibiyiz. Kokteyl menüsü de dönem dönem ayrılmış ve her dönemin mehşur olan içkileri ve kokteylleri yer alıyor. Ne içtik tam hatırlamıyorum ama seçmesi zordu ve hepsi çok güzeldi. Peruke&Periwig’de yine çok tatlı bir mekan, çok güzel bir barı ve geniş bir viski menüsü var. Buradaki kokteyl isimleri çok eğlenceliydi, ‘Unicorn Tears’de biraz aklım kalsa da ‘Bootlegging in the Moonshine’ diye bir kokteyl içtim, aslında çok güzel bir Whiskey Sour’du.
VCC
Peruke & Periwig
İkinci gün gittiğimiz Bernard Shaw’u uzaktan gördüğüm an Dublin’deki favori yerlerim arasına gireceğini anladım.
Üzerinde bayraklar olan girişteki bar alanını geçince derme çatma, oradan buradan toplanmış mazemeler, eşyalar ve çer-çöp’le dolu, duvarlarında graffitiler olan ve içerisinde pizza fırını ve restorana çevrilmiş çift katlı bir otobüs bulunan arka bahçeye çıktık! Birşeyler içip, rahat tatlı bir otamda takılmak ve atıştırmak için harika biryer. Şansımıza da o gün hava yağmurlu değildi. Konserler, bit pazarı ve bazı etkinlikler düzenleniyor, etkinlik sayfasına bakın mutlaka. Hint bayraklı yerler listesine eklendi.
Son gün kahvaltı için gittiğimiz Fumbally’de ise nereye bakacağımı, hangi köşesinin fotoğrafını çekeceğimi şaşırdım. Burası cafe, stüdyo, workshop alanı, mutfak ve loft gibi birkaç alandan oluşan bir mekan. Etkinlikler, workshoplar, yoga dersleri, seminerler, yemekler vs. düzenleniyor. Cafesinin dekorasyonu çok ferah, geniş, aydınlık ve tatlı detaylarla dolu; tuvalet’in kapısındaki unicorn işareti, duvardaki ‘Please share your tables’ yazısı ve ‘My Darling’ wi-fi şifresi bunlardan birkaçı. Avokado ve pancarlı yumurta, everything- free (hiçbirşeysiz) granola, soğuk-sıkım meyve suları ve hipster Dublinliler görmek için doğru adres. Buranın etkinlik takvimi ve her Çarşamba düzenlenen konseptli akşam yemeklerine göz atmayı ihmal etmeyin.
Dublin’den de yoga yapmadan dönmeyeyim derseniz Fumbally’deki stüdyoda dersler düzenlendiği gibi bir de The Dean’e çok yakın bir stüdyo da var: Yoga Hub.
Kısacası Dublin keyifli ve zevkli detaylarla dolu Irish Pub’lardan ve Guinness’den çok daha fazlası.
Cheers!
Deniz Orbay.
Görülesi yerler: Turistik olmasına rağmen Dublin’de mutlaka içine girmeniz gereken iki bina; Trinity College kütüphanesindeki The Long Room ve St. Patrick’s Katedrali