Blog

Kalifornia’da Kamp Macerası

Travel

Kalifornia’da Kamp Macerası

Bu sene ise uzun zamandır aklımda olan Kalifornia’yı gezme hayalimi kamp tatili ile birleştirerek Ulusal Parkları keşfe çıktım.

Kamp yapmayı sevmemin sebebi doğada ve dışarıda olmayı çok sevmemin yanında çoğunlukla konfor alanımdan çıkarak kendimi zorlamak istemem aslında. Bunu da sevdiğim insanları da zorlayarak paylaşmak istiyorum tabii ki 🙂

P7134273.jpg

Rotamızı, kamp yaptığımız yerleri, yiyip içtiklerimizi, yol duraklarını ve Kalifornia’da kamp ile ilgili tüm gerekli bilgileri bu yazıda bulabilirsiniz.

Kamp alışverişi

“Because in the end you won’t remember the time you spent working in the office or mowing that lawn. Climb that goddamn mountain.”

– Jack Kerouac

Öncelikle kamp seyahatimizin amacı tabii ki doğa içerisinde olmanın ve keşfetmenin tadını çıkartırken biraz da ucuz bir seyahat yapmaktı. Ancak hiç öyle olmadı.

Çadırımız ve uyku tulumlarımız olsa da meğersem bu kadar uzun süre kamp yapmak için daha alınacak çok şey varmış 🙂 Bu nedenle gitmeden araştırmamızı yapıp, listemizi çıkarıp soluğu REI’de aldık. Burası kamp, aktif sporlar ve dışarıda yaşam ile ilgili herşeyi bulabileceğiniz, girince herşeyi almak istediğim çok büyük bir Outdoor mağazası.

4836941098_dae3173900_b.jpg

Bir danışmandan da yardım alarak cooler’dan doğada çözünebilir sabuna, kuruması kolay havludan kardeşimin tüm seyahat boyunca benimle dalgasını geçtiği banyo malzemeleri, çorap ve iç çamaşırı koymak için aldığım boy boy, bence çok pratik ama hiç de gereği olmayan çantalara eksiklerimizi tamamlayıp, bolca bir dolar ödedik. Sonrasında da Trader Joe’s’dan sonraki 2 hafta yiyeceksiz kalacakmışız gibi 6 – 7 torbalık kilolarca soğan, patates, avokado, ananas gibi yine anlamsız ve gereksiz bir yemek alışverişi yaptık. Yani iki bavul, torbalar dolusu meyve – sebze ve bolca pratik çanta ile çıktık yola.

Her ne kadar seyahatte ne kadar az yük o kadar iyi ise, ve yolda ilerledikçe torbalarımız azaldığı için rahatlasak da, yük arabalı kamp seyahatinde çok düşünülmesi gereken bir konu değil. Sırt çantalı kamp ve hike seyahatleri çok daha detaylı bir planlama ve fonksiyonel, hafif ekipmanlar gerekiyor. Kuru gıdalar, su filtreleri, katlanan kap ve kupalar gibi az ve fonksiyonel ekipmanlar götürmek neyi ne zaman yiyeceğine karar vermek gerekiyor. Bu seyahat her ne kadar hayalim olsa da böyle bir macera için oldukça amatörüz. Bu nedenle biz şimdilik arabalı kamp tatilini tercih ettik. Günlük yürüyüşlere çıksak da her akşam kamp alanına döndük ve tüm eşyalarımız arabada yanımızdaydı.

Rota

“There was nowhere to go but everywhere, so just keep on rolling under the stars.”

– Jack Kerouac

P7083674.jpg

Rota oluşturmak; her yere gitmek ve herşeyi yapmak istememden dolayı benim için çok zorlayıcı. Aslında en büyük hayalim Grand Canyon’da kamp yapmaktı ancak seyahatimin temmuz ayına kalması sebebi ile California’daki Ulusal Parklar’ı gezmeye karar verdik.

Ulusal Parklar devasa, yani bir hafta – on gün geçirebileceğiniz ve trekking, tırmanış, kano, paddle, rafting gibi bol açık hava aktiviteleri yapabileceğiniz yerler.

Biz tabii ki yine sınırları zorlayarak iki hafta boyunca, hepsinde 3 – 4 gün kalarak 4 Ulusal Park gezdik. İki lokasyon arasındaki yolculuk süresi 4 – 5 saat ama molalar ile beraber tüm günümüzü aldı. Yani toplamda 16 günlük seyahatimizin 5 günü tamamen yolda geçti.

Rotamız; Big Sur, Sequoia – Kings Canyon, Yosemite ve Lake Tahoe’ydu. Okyanus kenarında uçurumlardan, devasa taze kokulu ormanlara, granit kaya oluşumlarından oluşan bir vadiden, buz gibi, tertemiz göl sularına her varış noktamız biraz daha farklı, biraz daha büyüleyiciydi.

Big Sur tam Los Angeles – San Francisco arasında, aslında bu rotada biraz alakasız kaldı, ama ben mutlaka görmek istediğim için rotamıza ekledik. Diğer parklar aynı düzlem üzerinde yer alıyor.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Okyanus kenarındaki Big Sur, Kalifornia’daki en eşsiz manzaralara sahip. İçerisinde bulunan tüm restoran, café ve mağazalara kadar nüfuz eden bohem ve eklektik havası var.

Amerika’nın ikinci en eski milli parkı olan Sequoia dünyanın en büyük ağaçlarına ev sahipliği yapması nedeniyle ve taptaze çam kokusu ile büyüleyici (Bu arada merak ettiyseniz bu noktada en eski milli park Wyoming’deki Yellowstone imiş). Güney Sierra Nevada’daki Sequoia ve Kings Kanyonu farklı zamanlarda yaratılmasına rağmen, sınırlarını paylaşıyor.

 

P7124121.jpg

Her sene 4 milyon ziyaretçi alan ülkenin üçüncü en eski milli parkı Yosemite ise Unesco Dünya Mirası alanı. Yosemite Vadisi’nin hayranlık uyandıran kaya oluşumları, yüksek kayalık uçurumlar arasından akan şelaleler ile çok çeşitli doğa oluşumlarına sahip.

P7174533.jpg

Lake Tahoe ise karlı Sierra Nevada sıradağları arasında temiz, kobalt mavisi ve oldukça büyük, Amerika’nın ikinci en derin gölü.

lake-tahoe-beach-summer-wallpaper-4.jpg

Yol Üstü Durakları

“Nothing behind me, everything ahead of me, as is ever so on the road.”

– Jack Kerouac

Araba ile seyahatin en güzel yanı tabii ki yolculuğun da seyahatin bir parçası olması. Birer gün yolda geçirdiğimizden öğlen yemekleri ve keşif için yol üzeri molalar verdik.

İlk durağımız Los Angeles Big Sur arasındaki Santa Barbara’ydı. Pek keşif yapmaya vakit olmadı, daha doğrusu Akın haklı olarak hava kararmadan kamp yerine varıp çadırı kurmak istediğinden keşfe çıkmadık.

P7083657.jpg

Sequoia’ya varmadan Fresno’da Sequoia Brewing Company’de bir mola verdik. Buranın iki yumurta, 4 bacon’lı The Mighty Burger’ı mehşur. Bu benim bir haftalık yemeğim 🙂 Biz birer soğuk bira yanında Lumberjack Ribs (kaburga) paylaştık.

En sevdiğim durağımız Yosemite ve Lake Tahoe arasında uğradığımız Sacramento’daki Tower Café’ydi.

P7194679.jpg

O gün kahvaltı etmediğimizden yumurta, bacon ve – şimdiye kadar yediğim en iyi diyebilirim – French Toast yedik. Zaten ünlülermiş bu konuda. Öğlen menüsü ve tabaklar da çok iyi duruyordu, dönüş yolunda bir kez daha durmak istedim ama mola vermemeyi seçtik.

P7194666.jpg

Kamp Alanları

“Thousands of tired, nerve-shaken, over-civilized people are beginning to find out that going to the mountains is going home; that wildness is a necessity; and that mountain parks and reservations are useful not only as fountains of timber and irrigating rivers, but as fountains of life.”

John Muir

Her yaz 42 milyondan fazla Amerikalı, gündelik hayatını bırakıp vahşi hayata kamp yapmaya gidiyor. Kamp alanları ve Ulusal Park’lar çok organize, düzenli ve korucular tarafından iyi bir şekilde korunuyor.

Herşey o kadar düzenli ve organize ki doğa içerisinde bir Disneyland gibi, hatta asıl Disneyland bu parklar olmalı!! Çocuklar plastikten bir orman, yapay şelale, kostüm giymiş bir fare göreceğine gerçekten devasa ağaçlar, etrafta gezen ceylanlar, sincaplar ve uçurumlardan akan şelaleler görüyor. Yani kamp yapmak Amerika’da hayatın bir parçası, 3 – 5 çocuklu aileler devasa çadırlar, RV’leri ile doğa içerisinde takılıyorlar.

Parkların içerisinde bulunan merkezlerde mutlaka birer Ziyaretçi Merkezi, yiyecek ve kamp malzemeleri alabileceğiniz bir mağaza ve tuvalet, duş için bir tesis bulunuyor. Yani aslında bizim gibi yanınızda aslında torbalarca yemek götürmenize gerek yok 🙂

Kamp alanlarının hepsini önceden ayarladık. Bunun için Hipcamp adında harika bir site var, kamp alanlarının booking.com’u. Biraz daha lüks bir kampçıysanız Glamping.com da içerisinde yatak bulunan çadırlar ve kabinler bulmanız mümkün. Ayrıca parkın içerisinde bulunan tüm kamp alanları parkın resmi sitesi içerisinde de yer alıyor.

En sevdiğimiz kamp alanı Big Sur’daki Ventana Campground’du. Ağaçların altında ve dere kenarında olan kamp alanımız çok genişti, tuvalet ve duşlar kamp alanımıza yakın ve çok temizdi. Sequoia’da Grant Grove’daki Sunset Campgroud’da kaldık. Adına yakışır bir şekilde gün batışını tepeden izleyebileceğimiz, tepe kenarında bir yerde kurduk kampımızı.

P7134269.jpg

Kamp alanı içerisinde duş yoktu, hatta Grant Grove’da umumi duş da yoktu. En yakın duş Lodgepole’da, yaklaşık 40 dakika uzaklıktaki merkezdeydi. Hergün 4 – 6 saat yürüyüş yaptığımızdan çareyi John Muir Lodge’un duşlarını kaçak olarak kullanmakta bulduk. Yosemite’de biraz yorulduğumuzdan ve duşa erişimin önemi biraz daha arttığından glamping yaptık ve Half Dome Village’daki yataklı çadırlarda kaldık.

yt-tent-cabins_istock_680.jpg

Burası yemek salonu, kahvecisi, sallanan sandalyeli, verandalı bir ziyaretçi salonu, kamp mağazası, akşamları Yosemite, doğası ve tarihçesi konulu belgeseller gösterilen bir açık hava sineması bulunan doğa içerisinde ufak bir köydü. Lake Tahoe’da ise kuzey bölgesinde yer alan, William Kent Plajı’na 5 dakikalık mesafede olan William Kent Campground’da kurduk çadırımızı. Güzel bir kamp alanıydı ancak yine duş yoktu, hatta Kuzey Lake Tahoe’da hiç duş yoktu!! Bir gün doğada çözünen şampuan ile göle girip, açılıp ‘çaktırmadan’ saçımı şampuanladım!

Tabii ki herşey pürüzsüz yolunda gitmedi; Sequoia ve Yosemite’de ayarladığımız kamp yerlerinin lokasyonlarına pek iyi dikkat etmediğimizden ana parka 2-3 saatlik, oldukça uzak bir mesafede yer aldığını gittiğimizde anladık. Bu nedenle son dakika bir kamp alanı bulmak ve diğerlerini iptal etmek durumunda kaldık. Her ne kadar çoğu kamp yeri çok önceden rezervasyon alıyor ve özellikle yaz sezonunda oldukça dolu oluyor olsa da son dakika kampçılarını kabul eden kamp alanları da var.

Kamp alanı dışında, vahşi doğada kalmak isterseniz de sınırlı sayıda bulunan, Wilderness Permit denen, özel izinden almanız gerekiyor. Amacı her gün kalacak insan sınırını belirlemek ve doğayı koruyabilmek. Bazı yürüyüş rotaları için bile bu izin gerekiyor.

Kamp Hayatı

“Allow nature’s peace to flow into you as sunshine flows into trees.”

– John Muir

Kamp yapmak insanı doğaya, özüne ve birbirine daha çok yaklaştırıyor ve çok daha derin bir bağ kurmasını sağlıyor.

Ağaçların arasında kuş sesleri ile uyanmak, çam kokusunu içine çekerek güne başlamak, tüm gün tek farklı bir doğayı keşfetmek için yürüyüş yapmak, kamp ateşinde yemek pişirmeye çalışmak, uzun, derin sohbetler etmek, tabii ki bolca gülmek ve unutulmaz anılar biriktirmek kamp yapmanın harika tarafları.

Kampta hayat doğa ile senkronize olmanızı sağlıyor. Sabah güneşin doğuşu, bazen kuşların tatlı sesleri, bazen de çadırın iki katmanı arasında sıkışmış ısrarla vızıldayan bir sinek sesi ile gün başlıyor. Gün sonunda çadırın içine girip fermuarı çekip, uyku tulumuna girdiğinizde doğanın sesleri eşliğinde uykuya dalıyorsunuz. Doğada olmak insana doğanın, evrenin bir parçası olduğunu hatırlatıyor ve doğaya, çevresine karşı daha özenli ve saygılı olmasını sağlıyor. Böyle olunca herkes kendi çöpünü atıyor, çadırını, etrafını temiz tutuyor, daha yardımsever ve nazik oluyor. Düzenden ve güvendiğimiz altyapıdan çıkmak patates pişirmek gibi en sıkıcı ve basit şeyleri bile bir anda maceraya dönüştürerek ilkel bir tatmin sağlıyor. Azın yeterli olduğunu hatırlatıyor ve aslında sahip olduğumuz çoğu şeye ihtiyacımız olmadığını. Çok yerine az ve fonksiyonel olanın önemli olduğunu. Wi-fi’sız bir alanda olmak sonunda kafanızı o telefondan kaldırmanızı sağlıyor. Televizyon yok, reklam panosu yok ve e-posta yok.

Tabii ki zorlayıcı tarafları da yok değil. Son dakika çadır kurduğumuz bir gün hafif eğimli zeminde olduğumuzdan sürekli kayarak uyuyamamak, gecenin bir vakti tuvalete gitme ihtiyacı olunca orman ormanın içerisinde yürümeye cesaret edemediğimden sabaha kadar beklemek, nerede duş alacağını bilememek, sürekli çalışma halinde olmak; çadır kur, kaldır, su taşı, kap kacak yıka…

Normal rutininizin dışına çıkmak ve günlük yaşamdan kopmak, konfor bölgenizin dışına çıkmak yeni bir şeyler denemek, yeni beceriler öğrenmek ve deneyimlerinizi genişletmek için risk almaktan korkmamanızı sağlıyor. Rahatsız olduğunuz aslında ne kadar rahat alışabildiğinizi ve uyum sağladığınızı görmek bence insanı çok geliştiriyor.

Bence insanın sevdiği, derin bir bağ kurmak istediği biri ile yaşayabileceği en güzel deneyim. Bu deneyimi kardeşimle paylaştığım için çok mutluyum.

Yeme & İçme

“Sometimes the greatest meals on vacations are the ones you find when Plan A falls through.”

– Anthony Bourdain

Kamp ateşini doğru seviyede yakıp patates pişirmeyi öğrenmemiz 10 günü bulduğundan arada yemeklerimizi dışarıda da yedik.

Fernwood aslında Big Sur’da ilk kalmak istediğimiz kamp alanıydı. Kampın ilk günleri olduğundan buradaki mağazaya her gün eksiklerimizi tamamlamak, su ve buz almak için uğradık. Bir de arka bahçesinden ping pong masası olan çok tatlı bir restoran & barı var. İlk akşam yemeğini burada yedik. Burgerleri çok iyi. Nepenthe yine Big Sur’da mehşur yerlerden. Gün batımına yakın geç bir öğle yemeği için gittik ve hakkaten buraya bayıldım.

fire_pit_1080.jpg

Nephente eski Yunanlılarca acı ve üzüntüyü unutturduğu farz olunan bir ilâç, ıstırabı yok eden herhangi bir şey demekmiş. Tam anlamı ile bu tanıma uyan, Big Sur’un bohem havasını yansıtan muhteşem manzaralı bir yer. Yemekler standart ama ortam ve manzara şahane. Akşamları da çok güzel oluyormuş.

big-sur-bakery (1).jpeg

Big Sur Bakery de favori yerlerimden biri oldu. Sabah kahvelerimizi burada içtik, kruvasan ve pastane ürünleri harika, öğlen ve akşam yemeği de veriyorlar.

majestic-hotel-slide.png

Yosemite’de glamping yaptığımızdan ateş yakamadık, hep dışarıda yedik. İlk akşam kamp hayatına biraz ara verip lüks takıldık. Majestic Yosemite Hotel’in ihtişamlı binasını görmeye gittik ve arka bahçesinde birer kokteyl içtik. Sonrasında Yosemite Lodge’daki The Mountain Room’da yemek yedik. Organik, yerel ve mevsimsel tabaklardan oluşuyor menüsü. Şaraplarımızı yudumlayıp birkaç çeşit paylaştık. Bu ikisi tam kış aylarında, karlı bir günde şarabınızı içip iyi yemek yiyebileceğiniz dağ restoranı kıvamında yerler. Diğer akşamlar yemeklerimizi ortak alandaki yerlerden alıp en sevdiğim yer olan Half Dome Guest Lounge’un sallanan koltuklu verandasında takıldık.

P7174604.jpg

Lake Tahoe’ya gelince; burada da festivale katıldığımızdan akşamları ateş yakmaya vaktimiz olmadı. Daha ilk gördüğümüz andan itibaren çok hoşumuza giden Pioneer Cocktail Club’da yedik ilk yemeğimizi. Sonra o kadar sevdik ki her akşam buraya gittik, müdavimi olduk 🙂 Son gün duş alacak yerimiz yokken dahi kokteyl barımızı eksik etmedik. İnce hamurlu, odun ateşinde pizzaları çok güzel, ananaslı ve limelı karnıbahar vardı bir de ona da bayıldım. Her akşam da bir margaritamı içtim yanında. İlk gittiğimizde yine görüp aşırı sevdiğim hem mağaza, hem de deli olan West Shore Market and Deli kahvaltı ve alışveriş için her gün uğradığımız yerlerden oldu.

Son gün yola çıkmadan güzel bir kahvaltı yapmak için gittiğimiz Rosie’s Café de çok tatlı bir yerdi. 27 senelik bu restoranın iç dekorasyonunda birçok asılı parça var ve hepsinin buraya karakterini veren bir hikayesi varmış.

Yürüyüş Rotaları

“The world is big and I want to get a good look at it before it gets dark.”

– John Muir

Yolda olduğumuz günler dışında her gün hike yaptık. Önce az eğimli daha kısa mesafeler ile başlayarak seyahatimiz ilerledikçe arttırdık.

Park içerisinde görülmesi gereken noktaların çoğuna shuttle ile de ulaşım var aslında ancak biz yürümeyi tercih ettik.

En sevdiğim hike’lar; derenin içinden yarı yüzerek, yarı kayalara tırmanarak yaptığımız Big Sur River Gorge Trail, milli parkların yapılması ve doğanın korunmasın konusunda büyük emekleri olmuş doğa aşığı John Muir’in rotalarından biri olan iki muazzam şelalenin çok yakınından tırmanış yaptığımız Yosemite’deki Mist Falls Trail, dünyanın en büyük ağacı General Sherman’ın yanından ve mis gibi taze çam kokulu büyülü ormandan geçerek harika bir manzaraya sahip Moro Rock’a ulaştığımız Trail ve Half Dome’un ihtişamı ile tüm Yosemite Vadisi‘ni karşıdan görebildiğimiz Glacier Point’e çıkan 4 Mile Trail’di.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

P7174541.jpg

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

P7184626.jpg

Seyahate çıkmadan önce Akın benim yürüyüş yapmak istediğimi bildiği için antrenman yapmaya başladı, o da bu doğada yürüyüş işini çok sevdi ve tabii ki bu durum bu deneyimi çok daha keyifli hale getirdi. En derin sohbetlerimizi ve ateşli tartışmalarımızı bu yürüyüşler sırasında yaptık. Bunun yanı sıra tabii ki sürekli doğanın içerisinde olmak, muhteşem manzaralar görmek ve bunları yaparken de hareket halinde olmak çok keyifli.

P7134251.jpg

Benim için hiçbir anı unutulmayacak, hiçbir şeye değişmeyeceğim bir yolculuk oldu. Biraz fazla yer değiştirdik, çok yorulduk ancak bu iki haftamız sürekli gördüklerimize hayran kalarak, birbirimizi daha da iyi tanıyarak, beraber keşfetmenin, vakit geçirmenin, doğada olmanın, paylaşmanın, öğrenmenin keyfini çıkartarak geçirdik.

Her doğada vakit geçirdiğimde cennette yaşadığımızın daha da iyi farkına varıyorum.

Doğada olmanın zevkine varmanız ve bulunduğumuz dünyanın keyfini çıkartmanız dileğiyle,

Deniz Orbay.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

 

Yorumlar (1)

  1. […] Kaliforniya’da Kamp Macerası […]

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir