[cmsmasters_row][cmsmasters_column data_width=”1/1″][cmsmasters_text]
Son zamanlarda paylaşmanın iyileştirici gücünü ne kadar özlediğimi anlamdım ve yazı yazmaya, paylaşmaya kaldım yerden devam etmeye karar verdim. Instagram üzerinden gelen sorulardan üzerine düşünmekten hoşlandığım birkaçını seçtim, kısa cevaplar şeklinde bir yazı hazırladım.
Her sorunun özüne inmeye ve oradan yola çıkarak cevap vermeye çalıştım. Keyifli okumalar. 🙂
Felsefesini bilmeden yoga yapılır mı?
Felsefe; bir bilgi alanının ya da bilimin temelini oluşturan ilkeler bütünüdür. Yoganın felsefesi demek yoganın ne olduğunu, temelini bilmek demek. Yani felsefesini bilmeden yapmak şu demek oluyor ‘Yoga diye birşey yapıyorum, ne olduğunu pek bilmiyorum ama yapıyorum.’ Tabii ki iyi geliyor ise yapın ne güzel ama felsefesini, temelini bilmeden bence hiçbirşey yapılmamalı. Bu ‘Yumurta yiyorum ne olduğunun pek bilmiyorum, nereden geliyor, nasıl olmuş hiç fikrim yok ama tadı güzel yiyorum’ ile aynı şey. Çoğunlukla yaptığımız bir şey yani. Hep biliyormuş, ‘mış’ gibi yapmak; Keyif alıyor muyuz? İhtiyacımız var mı? İnanıyor muyuz? – hiç bilmeden ve düşünmeden. Yoga’nın kendisi zaten bir felsefe. Bizi daha farkında olmaya, sorgulamaya, anlamaya davet eden bir felsefe. O gördüğünüz pozlar, ‘Asana’ dediğimiz hareketler sadece bir parçası. Tümü gibi görünen ancak sadece ufak bir kısmı olan. Başlangıç için güzel bir yer, çünkü herkesin bağ kurabildiği, anladığı ve gördüğü yer fiziksel beden. O nedenle çalışma burada başlıyor.
Sonuç olarak felsefesini bilmeden yoga pozlarının bir kısmını yapabilirsiniz. Yoga pozlardan ibaret olmadığı için felsefesini bilmeden tam anlamı ile ‘yoga’ yapmış olmazsınız. Hatta tam tersine hiç poz yapmadan sadece felsefesini anlayıp kavrayarak oturduğunuz yerden yoga yapabilirsiniz sadece daha farkında olarak, dönüşerek, gelişerek. Daha fazlası için Vishuddha Das’ın
Yoga Philosophy for Beginners videosunu izleyin.
Yoga hayata bakışınızı nasıl değiştirdi?
Hayat; doğumdan, ölüme geçen süredir. Böyle yazınca belki sizin de bakış açınız değişir. 🙂 Hayata bakış açımı ilk Italya’da yaşamak değiştirdi. Doğumdan ölüme zaman nasıl geçmeli konusunda gördüğüm en ileri ülke. Hem
Italya, hem de kurumsal hayatı bırakmak yazılarımda biraz bahsetmiştim. Öncelikle hayatta olduğumuz, var olduğumuz için çok şanslıyız. Genelde mutlu bir insanım, yoga yapmadan önce de elindeki şeylerin değerini bilen, şükreden ve her anını keyifli geçirmeye çalışan bir insandım. Yoga ile farkındalığım belki biraz daha arttı diyebilirim. Sabah kalkıp doğan güneşe hayran olmadan, havayı koklamadan, etrafa bakıp hayran kalmadan edemiyorum.
Daha çok kendimi dinliyorum, gerçeği duygularıma kapılmadan daha net görebiliyorum. Olmadığı zamanlar da oluyor, ama onu da yine görebiliyorum. Değiştirebilirsem değiştiriyorum, yoksa kabul ediyorum. Yani kendime acımak, üzülmek filan yerine kendi seçimlerimi yapıyorum
. Büyüdüm biraz onun da etkisi var sanırım. 🙂
Yaş almaya karşı bakış açınız nedir?
Yaş; var oluştan, doğuştan bu yana geçen ve yıl birimiyle ölçülen zamandır. Yaşlanmak çoğu insan gibi benim de korkularımdan biri. Yaş almaya gençliğin ve güzelliğin gitmesi yerine olgunlaşmak ve gelişmek olarak bakmaya başladığım zaman korkularımı bir nebze yenmeye başladım. Olanı kabul etmek gerekiyor. Yaşlanıyoruz, yaşlanacağız ve buna karşı yapabileceğimiz birşey yok. Ama bu zamanı nasıl geçireceğimize dair bir seçim şansımız var. Kendime hep iyi bakmaya çalışıyorum. Çok hareket ediyorum, beslenmeme özen gösteriyorum, cildime iyi bakıyorum. Yaşlanmayayım diye değil iyi hissedeyim diye. En önemlisi bence kendine iyi bakmak. Bunun için de yoga yapmak ve bedenini dinlemek tabii ki çok yerdımcı oluyor.
Yogadaki gelecek planları neler?
Gelecek; daha gelmemiş olan zaman, ilerdeki bilinmeyen zaman, ilerde yaşanacaklardır. Yani bilmiyorum! Amacım kendimi hayatımın akışına bırakabilmek. Ve ne zaman ki yapabiliyorum o kadar güzel akıp gidiyor ki herşey. Şimdi burdayım, gelecekte ne olacak hiç bilmiyorum. Plan yapmıyorum, içimden geleni yapıyorum ve kalanını evrene bırakıyorum. Arada kaygılarım, sıkıntılarım oluyor tabii ki, ama o zaman öyle bir şey çıkıyor ki karşıma yeni bir fırsat, bir işaret ‘Devam et, yap bunu’ diyen ve tekrar o akışa bırakıyorum kendimi. Simyacı kitabını okuduysanız ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Yoksa okumanızı öneririm.
Düzenlediğim kamplar beni çok besliyor ve iyileştiriyor. İnsanlarla paylaşmak, onlara alan açmak ve ruhlarına dokunabilmek çok hoşuma gidiyor. Hayalin ne diye sorarsanız; bir ‘healer’ olmabilmek, yani iyileştirici gücümü arttırmak 🙂 Aslında hepimizin içindeki en büyük güç o.
Sadeleşmek hakkındaki görüşleriniz nedir?
Sadeleşmek; fazlalıkları, gereksiz şeyleri atmak, arınmak. Bence bu bir ihtiyaç. Hayatlarımızı o kadar gereksiz şey ile dolduruyoruz ve bu dolduklarımızı o kadar çok bağlanıyoruz ki bu sadece günün sonunda yükümüzü arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Sadeleşmeye geçen sene başladım. Önce çoğu eşyamı sattım, sonra kıyafetlerimi ve işe yaramayan, fazla olan herşeyden kurtuldum. Her seferinde de fiziksel bir rahatlama ve genişmele hissettim. Eşyalarım azaldıkça sanki daha rahat nefes alır oldum. Şimdi de bir şey alacağım zaman ‘Gerçekten ihtiyacım var mı?’ diye soruyorum. Daha fazlası için The Minimalists’in
A Rich Life With Less Stuff Ted Talks konuşmasını izlemenizi öneririm. [/cmsmasters_text][/cmsmasters_column][/cmsmasters_row]